About Me

21 Haziran 2014 Cumartesi

WildStar İnceleme

Şu yaşımıza kadar birçok MMO atlattık, birçok ortamda kendimizi gösterdik. Birçok maceraya koştuk. Yeri geldi şövalyelerin izinden gittik, yeri geldi kervan işlettik. Yeri geldi koskoca bir dünyanın derinliklerinde kendi savaşımızı verdik, ırkımızı ve varlığımızı koruduk. Yeri geldi, gelecek ve daha nicesi…
MMO dediğiniz de zaten budur öyle değil mi? Oyuncuyu kendi dünyasına almasıdır. Hiçbir yerde görmediği maceralar göstermeli, hiçbir yerde yapamadıklarını yaptırmalıdır. Kendini o dünyada özel hissettirmelidir o oyuncuya.
Bana göre en önemlisi, bir MMO’nun mihenk taşı olması, oyuncuya kendisini “bir hiçmiş” gibi hissettirmesidir. Hep böyle olmuştur bu benim için. Aslında bu dışarıdan kötü bir şey gibi görünür her zaman; ama aslında yaşadığımız şey her zaman hiçlikten doğan bir var oluş hikayesidir.
Farklı bir evren, farklı bir galaksi. Bir tarafta kendine koskoca galakside yer arayan, fakir ama gururlu bir birlik; diğer tarafta ise tüm galaksiye hükmetmiş, hükmediyor olan güçlü ama kibirli bir imparatorluk. En önemlisi ise, farklı olan bu tarafların yanında tüm bu maceraya her iki tarafı seçse de bir kapsülde başlayan, dünyadan bir haber oyuncular…
WildStar’a hoş geldiniz.
Fibertronik Dünyanın Fakir Çocukları ile Galaktik Evrenin Kibirli Savaşçıları
Hikaye mi istiyorsunuz? Yıllar yıllar öncesine gitmeye hazır olun. İçerisinde bulunduğumuz macera, sadece bir dünya değil. Sadece bir galaksi de değil. Tüm bir evren dahil oluyor bizim hikayemize. Her ne kadar bu maceramız Nexus adlı gezegende geçecek olsa da, bizi ilgilendiren en büyük şey WildStar evreni oluyor.
Binlerce yıl öncesinde Cassus adlı gezegenin insanlar tarafından bulunmasıyla başlıyor hikayemiz. Cassian kültürüne adapte olan ve bu kültürden ilerleyen bir topluluk tanıtılıyor bizlere. Bir tanrımız var mı? Ya da bizi yaratan biri? Hiçbir şey bilmiyoruz.
Tek bildiğimiz şey, o zamandan beri Eldanlar’ın bizleri izlediği. Her hareketimizi, her anımızı.
Yıllar geçse de bulunmayan bir gizem sarıyor etrafımızı. Bu Eldan denen ırk nedir? Ne yapar? Amaçları, var oluş sebepleri nedir?
Tek bilinen şey ise, Eldan ırkının inanılmaz bir teknolojiye sahip olduğu ve bu teknolojinin her şeyi değiştirebileceği. Farklı amaçlar uğruna açılan savaşın ortasında kalıyoruz. Daha sonra bir de bakıyoruz ki, Eldan ırkı ortadan kayboluyor.
Sebepsiz, sualsiz. N’olduğu bilinmeden, birden.
Yaşadıkları Nexus adlı gezegen, yıllar boyunca aranıyor. Kim mi arıyor? Kim olacak, yine başımızın belası olacak iki ayrı birlik; Dominion ve Exile.
Cassian kültürünü devam ettirmek konusunda kesin karar vermiş, imparatorluklarını daha da yüceltmek ve antik kökenlerini yüzyıllar boyunca devam ettirmek isteyen bir imparatorluk var önümüzde; Dominion.
Bir de, kendisine bir türlü koskoca evrende yer bulamamış, yıllar boyunca Dominion ile savaş halinde kalmış, sadece yaşayacak bir yer arzu eden ama her yerden kovulan bir birlik; Exile.
Eldan ırkı kaybolduktan sonra arkalarında bıraktığı teknolojiyi çözmek ve onu kendi amaçları uğruna kullanmak için iki birlik de harekete geçiyor. Uzun süren araştırmalar sonucu, Exile birliğinde tüm hayatını bu gezegeni bulmaya adamış o adam çıkıyor, Nexus’u buluyor.
Exile, tüm gezegende bulunmamış o tek gezegeni bulduktan sonra, “Ya hep, ya hiç!” psikolojisiyle akın ediyor Nexus’a.
Dominion ise kendi soylarını devam ettirmek, antik kökenlerine ve atalarına olan saygılarını yitirmemek için, tüm evrenin onlara bırakılan bir miras olduğunu iddia ediyor ve Nexus’un da Dominion’a ait olduğunu söylüyor.
Savaş. Her yerde.
Eldan ırkına ne olduğunu mu çözeceksiniz, yoksa bu savaşın içerisinde ön safhalarda mı yer alacaksınız?
Yoksa her ikisi mi?
Nexus’a indiğiniz an, üzgünüm ki bunu seçmeye vaktiniz kalmayacak. Kaderinizi çoktan belirlemiş olacaksınız. Primal enerji damarlarınıza işleyecek, o büyüleyici dünya asla sizi bırakmak istemeyecek.
Tabii siz de öyle…
"Kapatamıyor Muyuz Bu Telefonu?"
Peki ya WildStar’ı diğer MMO’lardan ayıran şey nedir? Neden bu kadar hevesli anlatabiliyorum ben bu oyunu? Sayabileceğim bir çok sebep mevcut tabii ki.
Hayır, buna oyuna kapsülde başlamak dahil değil. O epik fikrin altına özellikle çizmeme rağmen, WildStar’da sizi cezbedecek birkaç milyar tane şey sayabilirim. Hayır, abartmıyorum.
Hatta cümleme, “Bu oyun her baba yiğidin harcı değil arkadaş!” diye başlamak istiyorum. Baştan söylemek istiyorum, “Aa, ne güzel bir MMO hadi gel oynayalım!” bakış açısıyla girecek olursanız oyuna, oyunun birkaç saatinden sonra kapsülünüze geri dönmek için yalvarırsınız arkadaşlar.
Üzgünüm asker, hayatta bile kalamayabilirsin. Sizi böyle korkutmak istemezdim, ama inanın bunu canlı canlı yaşadım, ve hala yaşamaya devam ediyorum.
Oyunda ölmek bol. Ölünüz. Ölmeden değerini anlayamayacağınız bir MMO bu. Bir MMO’nun bu denli fazla zor olmasının sebebini ben anlayamadım; sinir bozucu olsa da kimi zaman en çok hoşuma giden olaylardan biri bu. WildStar, tamamen kişiye özel bir oyun. Kişinin yeteneklerine özel bir oyun. Kendi karakterinizi ne kadar iyi tanırsanız, onu ne kadar iyi oynar ve onunla bütünleşirsiniz, bu oyunda o kadar uzun hayatta kalabilirsiniz. Kurt kuzu kesmek bile hiç bu kadar zor olmamıştı inanın.
Korkmayın, konuya bu şekilde girmem sizi korkutmuş olabilir biliyorum. Ama sürekli savaş halinde olan bir dünyada huzur ve barış bekleyemezsiniz. Sürekli tetikte olmanız gerekiyor, sürekli çevrenize dikkat etmelisiniz. Rahat rahat görev yapmak yok bu dünyada. Göreve mi gitmek istiyorsunuz? Önce önünüzü temizleyeceksiniz. Çevrenizi kolaçan edip, en ufak bir toplama görevini bile yaparken kendinizi güvene alacaksınız. Eğer tek başınızaysanız, şimdiden kolay gelsin. Bu macera için bir arkadaş şart. Bir yoldaş, şart.
Exile olursanız Dominion’ın, Dominion olursanız da Exile’ın fink attığı yerlerde geçecek hep maceranız. Her yer işgal edilmiş, ya da işgal edilmeye çalışılıyor. Tabii ki feraha ereceğini yerler var, geyiklerin zıplayarak geçtiği, ilginç ilginç yaratıkların durduk yere gelip size kafa atıp kenara çekildiği yerler var mı, var. Buralarda demlenebilirsiniz, çiçek ve böceklere bırakabilirsiniz kendinizi.
Ama dikkat edin, bir anda baskın yaşayabilirsiniz. Rahat edebileceğiniz tek yer bu oyunda; eviniz.
"Evim Evim, Güzel Uzay Evim!"
Bu kesimi incelemenin sonlarına doğru yazacaktım, fakat dayanamadım. WildStar, bu özelliğiyle, sadece bu özelliğiyle kalpleri fethedebilecek bir oyun; Housing.
Oyuna bir hiç olarak başlamanıza, tek başınıza tüm dünyayı kurtaramayacağınızı bilmenize rağmen WildStar’da sizi özel kılan bir şeyler var elbet. 15. seviyeye geldiğinizde uzaya çıkıyorsunuz, Nexus evreninin uzaklarına, gök yüzüne. Kendi evinizi oluşturuyorsunuz. Bahçeniz oluyor, crafting istasyonunuz oluyor.
Çiçek ekin, odun kesin. Barbekü parti bile yapabilirsiniz. Kestiğiniz canavarların içerisinde çıkan sandalye, masa ve çeşitli dekorlarla evinizi süsleyin.
Arkadaşlarınız komşu olun, onlar yokken bile evlerine gidip onlar için bitki ekin, ya da şarap yapın, sarhoş olun. Geldiklerinde sizi yerde baygın bulsunlar.
Mükemmel. Tek kelimeyle mükemmel. Ne işe yarayacak demeyin, öyle bir hava katmış gibi bu ev yapmak WildStar’a, tüm günü evimde, savaştan uzak dakikalar geçirdiğimi biliyorum. Özellikle Nexus’taki maceranızdan sıkıldıysanız, eviniz var merak etmeyin. Hemen bir teleport uzağınızdan, bir tık uzağınızda.
Housing olayı sadece öylece bırakılmamış WildStar dünyasında. Üzerinde uğraşılmış. Farklı seviyelere göre evinizi ve çevredeki binalarınızı geliştirebiliyorsunuz. Bunlar için özel görev bile yapıyorsunuz. Daha büyük bir barbekü alanı için, bineklerinizi koyabileceğiniz garaj için bile.
Tüm günün yorgunluğu sonrasında, ertesi günkü savaşa hazırlanmak için tek yapmanız gereken oyundan çıkmadan yatağınıza yatıp, /sleep yazıp uyumak.
Sabah kalktığınızda ne mi oluyor? Rest puanlarına dönüşen bir önceki günün yorgunluğu size EXP Boost olarak geri geliyor. Eviniz ne kadar konforluysa, ne kadar eşya varsa o kadar fazla boost alıyorsunuz.
Hadi böylesine zor bir oyunda evinize gitmeden oyundan çıkın da göreyim sizi…
Yalnız uyarmak istiyorum, münasebetsiz komşulardan uzak olun. Bir anda evinize dalıp orada burada zıplayıp, garip sesler çıkarabiliyorlar.
Yaşadım, biliyorum.
“Challenge Begins!”
Yeteri kadar dinlendiniz yatağınızda, kalkın. Gizemini çözmemiz gereken bir gezegen ve tonlarca görev bizleri bekliyor. Tonlarca ama, öyle böyle değil.
Hatta o kadar fazla ki, hepsini yapanlara 1 yıllık oyun aboneliği hediye etmeliler. En başlarda o kadar korkutmuyor, her MMO gibi. Ufak tefek görevlerle süslüyor oynanışı. Sonra Nexus’a iniyorsunuz; orada da her şey güzel. Oraya buraya gidiyorsunuz.
WildStar’da bu tarafta da rahat yok. Görev sistemini ben bu açıdan bildiğiniz Raid yapmaya benzettim. Oyun içerisinde bolca görev mevcut, bu görevler asla sizi rahat bırakmıyor. Aslında bu görevlerin işleniş sırası dikkat edildiğinde çok mantıklı. Görevler “ağırlıkla” oyunun lore’una uygun olarak konulmuş. Yani zaten sürekli savaş halindeki bir dünyada rahat olmayı bekleyemeyiz öyle değil mi? Bu yüzden aldığınız birçok görev, oyunun hikayesinin işlenişiyle doğru orantılı. Sadece bunları yapması çoğu zaman zorlaşabiliyor; canavarlarının canlarının çok olması, bunların etrafta bolca bulunması ve size sürekli görev sırasında müdahale etmeleri sinir bozabiliyor.
Fakat bu sinir bozma, sizi öyle bir hırsla kaplıyor ki “Yapıcam ulan!” moduna giriyorsunuz ve daha sonra oyun sizi görevi yapmanız için küçük küçük stratejiler kurmaya zorluyor. İşte bu, bu zorlama gerçekten takdire şayan bir hareket, gerçekten konuşulası bir girişim.
Tüm bu görev yağmurunda koşuştururken, sağ tarafa bir bakıyorsunuz yerde bir kavanoz var. Kavanoz parlıyor ve o çark işareti size “Gel bana tıkla!” diyor. Siz de merak ediyorsunuz ve masum bir şekilde kavanoza gidip tıklıyorsunuz, ve daha sonrasında şöyle bir ses duyuyorsunuz; “Challenge Begins!”
İşte bu ses. Bakınız. Oyun içerisinde WildStar’ın biz oyunculara böyle ufak bir sürprizi olmuş. O kavanoza tıkladığınız an bir anda size oyun zaman veriyor ve zaman bitmeden belirli sayıda kavanoz toplamanızı söylüyor. Arkanızı yaslanarak yaptığınız görevi bırakıp, bir anda dikeliyor ve zaman bitmeden kavanozları toplamaya çalışıyorsunuz, çünkü ucundaki ödüller güzel.
Bu sadece kavanoz da değil, görev yaparken kestiğiniz adamdan da verilebiliyor, hatta ve hatta yürürken bile “Tepeye hızlı ulaş, koş ulan!” challenge’ı alabiliyorsunuz.
Bu sistem en başta cidden kalpten vuran, harika bir sistem. Oyunun nabzını sürekli tutan, oyuncuyu oyunun içerisinde barındıran ve sıkılmasını engelleyen bir sistem. Fakat, fakat ve fakat…
İleride o kadar fazlalaşıyor bu challenge’lar, aman Allah’ım sevgili TuruncuLevye okurlar. Aynı anda 3 challenge’a koşturduğumu biliyorum. Artık bir saatten sonra o sesi duyduğunuzda “Hay ben senin…” gibi edalar çıkartabiliyor, lügatımızda olmayan melodiler eşliğinde oyunu oynamaya devam edebiliyorsunuz.
Her açıdan bu tabii ki de bir eksi değil, fakat fazlası zarar olmuş gibi geldi bana, bilemiyorum. Görev sisteminde de “fazlasıyla” kes biç görevinin bulunması, birçok insan tarafından “sıradan” karşılanıyor çevremde. Fakat ben bunu tam tersine, oyunun oynanışa insanı alıştırmak olarak gördüm, böyle bir bakış açısından baktım ve gayet mantıklı buldum.
“TAB tuşunu unutun!”
Elbet bu olayı mantıklı bulmam, sinir katsayım konusunda bir şeyi değiştirmiyor. Yazımın ilk başında da sizlerle paylaştım, bu oyun “Her baba yiğidin harcı değil!” diye.
WildStar’da karakterinizi oynayış şekliniz, kesinlikle sizin kişiliğinizi yansıtıyor. Oynamak isteyeceğiniz sınıf ve düzen tamamen size özel. Kuracağınız rotasyonlar ve tabii ki oynayış tarzınız. “Non-target battle system” adıyla anılan, yani “Hedef almadan savaş sistemi” olaran çevrilebilen bir sistem kullanıyor WildStar. Daha önce TERA Online’da rastladığımız oynaması eğlenceli, fakat yorucu ve alışması zor bu sistem ile, TAB’a basayım, adamı seçeyim skill’imi atayım demek yok.
Telegraf denen sistemle karşılaşıyoruz burada da. Yani sistem içerisinde sistem. Instant (yani aniden) attığınız yetenekler dışında tüm yeteneklerinizde altınız ufak bir alan beliriyor ve nereye bakıyorsanız o alan içerisindeki yere atıyorsunuz.
Sakin olun, hemen sinirlenmeyin. Evet, bu Healer sınıfı içinde geçerli. Eğer Healer oynamak istiyorsanız, hazırlıklı olmalısınız çünkü bana kalırsa bu oyunda en zor iş Healer sınıfının.
Attığınız Heal’in takım arkadaşınıza denk gelmesi mühim konu. Elbet arkadaşlarınızın üzerine DoT (Damage Over Time) gibi bıraktığınız ve onları sürekli heal’leyen heal yetenekleri mevcut. Fakat diğerleri için, atacağınız heal’in önünde heal’leyeceğiniz kişinin bulunması gerekiyor; yoksa BAM! Öldünüz, öldüler.
Çok karmaşık bir paragraf oldu burası farkındayım; fakat böyle bir MMO inanın başka türlü anlatılmıyor. Bu savaş sistemi o kadar eğlenceli ki, başından kalkamıyorsunuz. Gerçek oyuncunun gerçek yeteneklerine bağlı durumda olay. Kesinlikle “iyi” oynamanız gerekiyor, “iyi” skill basmanız değil.
Bu aradaki ayrımı sakın unutmayınız. Yoksa yine yol kapsüle görünür, benden söylemesi.
“Baba beni Dungeon diye 10-Man Raid’e soktular!”
Bu konuda çok ciddiyim. Bildiğiniz Raid’leri ve Battleground’ları unutun. Daha Hardcore bir seviyeye taşıyoruz bunu WildStar ile. Oyunda bireyselliğin yanında bir o kadar da takım çalışması önemli, bu yüzden bir partnerinizin olması, hem oyunu daha keyifli hale getirmeye, hem de “azıcık” kolaylaştırmaya yarıyor, yarayacak. Ama azıcık, çok değil.
20. seviyeye geldiğinizde sizleri amansız 2 dungeon bekliyor. Fakat bu dungeonlar gerçekten bildiklerinizden değil. Normal, atıştırmalık kesmeye çalıştığınız moblar, sanki dungeon bossları, dungeon sonundaki bosslar ise sanki raid bossları gibi karşımıza çıkıyor burada.
Eğer cidden oynayamayan takıma denk gelirseniz, yani arkadaşlarınızla girmezseniz, dungeon tamamen işkence olabiliyor. 7-8 wipe’tan sonra bir bakıyorsunuz 2 saat olmuş. Sıkılıyorsunuz. Çünkü dungeon, özellikle bosslar çok fazla yetenek, refleks ve hız istiyor.
Bossların canlarının fazla ve yenilmelerinin zor olmasını anlarım, sadece onlara giderken yolda karşılaştığımız ufak canavarların zorluğunu bir türlü anlamadım. Aslında zor değiller, yapılacak şeyler çok basit; sadece canları çok fazla. Sanırım o konuya “Bunların da canı fazla olsun, ne de olsa Hardcore…” demişler de yapmışlar.
Zevkli, ama gereksiz olmuş.
Yine de inanın, toplu girildiği zaman tadından yenmiyor. Yok böyle bir şey. Sizi temin ederim, yok böyle bir şey.
Dungeonlar’ın yanında Adventure haritalarımız da mevcut. Dungeonlar’dan sıkılırsanız (ki zor) ya da görev icap ederse katıldığınız, bitmek bilmeyen, uzunca ve yine zor bir macera modumuz var. Eğer bu modun içerisindeki hikayeyi anlayamazsanız, boş bir maceraya çıkmış gibi hissedebilirsiniz. Bu yüzden anlatılanları iyi okuyun.
Eh tabii, Battlegroundlar’dan söz etmezsek olmaz. Arkadaşlar, bildiğiniz PVP’leri unutun. Bu oyun, parmaklarınızı tıkırdatıp, gözlerinizi kısıp da giremediğiniz zaman adamın aklını alan bir PVP sistemine sahip. Battleground içerisinde dönen kavga öyle bir kavga ki; başladığı zaman oyunun içine giriyor, bittiğinde ise “Noldu lan?” diyorsunuz.
Kesinlikle durmak yok, geri çekilmek yok. Nefes almak yok. Sürekli eliniz WASD ve yetenekleriniz üzerinde amansızca basıyorsunuz. Karşı tarafın ne yaptığına alışma sürecindeyseniz hele, burada biraz rastgele oynayabiliyorsunuz; ama alıştığınız zaman aklınıza giren stratejik düşünceler, hele bir de yanınızda arkadaşlarınız varsa efsane bir hal alıyor.
Arena zevkini ise ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim…
50. seviyeye vurduğunuz zaman ise ne mi oluyor? Güldürmeyin beni… Gülemiyorum bu konuya zaten…
40vs.40 bir mod açılıyor ki amanlar olsun. WarPlots adlı bu modta, iki ayrı tarafın, karargahlarını koruyup karşı tarafı yenmeye çalıştığı 40’a 40 bir mücadeleden bahsediyoruz. Henüz deneme fırsatımız olmadı; çünkü korkuyoruz…
Açık söylüyorum. Neler olabileceğinden korkuyoruz…
“Çiçekler, böce… Robotlar, uzaylı arılar, bir dakika!”
Oyun mekaniklerinden gına gelsin hadi, tüm bunları bir tarafa bırakalım ve sizi atmosferin içerisine alayım birkaç dakika.
Ben bir bilim-kurgu severim normal hayatımda da. Bunun en büyük örneklerinden bir Mass Effect hayranı olmamdır. Filmlere de bayılırım. Ama ben bilim-kurgu olayını bir MMO’da bu kadar harika görebileceğimi hiç düşünmezdim.
Aslında bu bana göre çok riskli bir olay. Bilim-kurgu dediğiniz zaman artık zamanımızda o kadar kopya çıktı, o kadar alışılagelmiş şeyler belirdi ki, neredeyse orijinal bir bilim-kurgu ögesi görmemiştim ben uzun zamana kadar. Eh tabii, işin içerisinde birçok robot, mecha ve bunun gibi şeyler yine barınacak.
Fakat WildStar’da, olay sadece bilim-kurgu değil. Nexus’ta geçen maceramızda Eldan ırkının çok harika bir teknolojiyi arkasında bir gizem olarak bıraktığını biliyoruz; bu yüzden işlenen bilim-kurgu teması gayet yerinde. Bir önceki ön incelemem de bilim-kurgu ögelerinin fazla zorlandığından bahsetmiştim, fakat oyun çıktığı zamanda bunun ayarının tam oturtulduğuna karar verdim.
Tüm bilim-kurgu efsanelerinin yanında feraha da eriyoruz oyunda. Harika ve renkli grafiklerle bezenmiş, karakter tasarımlarının tatlı ve karizma olduğu bir oyun olarak karşılıyor bizleri WildStar. Makine teriminin yanında çiçek böcek ve hatta kafa atan geyikleri (taktım bunlara ben) bile gördüğümüz bir evrenin içerisindeyiz, bir dünyanın içerisindeyiz. Özellikle ana şehre girdiğiniz zaman sizi bekleyen şeyler inanın beklentilerin çok daha üzerinde.
Hiç sıkılmıyorsunuz. Ben sıkılmadım; onca MMO atlattım şunca hayatımda, World of Warcraft’tan sonra tadından yiyemediğim bir oyun durumunda şu an WildStar. Atmosferi, havası, dünyası o kadar güzel ki, içinizi karartan yerler de var, içinizi ferahlatan yerler de. Tam oranında, tadı tuzu uygun, temiz.
Oynayın.
“Bu saça bu motor gider mi?”
Atmosferden bahsediyorken bunu da es geçmeyeceğim zira benim Housing’ten sonra en çok hoşuma giden öge bu oldu; customization (yani kişiselleştirme). Saç kılınızın renginden tutan, kostümlere kadar, kemerinizin tutacağının şeklinden tutun, bineğinize yaptığınız modifiyeye kadar birçok imkan sunuyor WildStar bizlere.
Ben özellikle motor aldım ilk bineğimi. Zaten şehirde hoverboardlar’la uçan insanlar gördüğünüzde ayrı bir kıskanıyorsunuz; bir de bazılarının bu bineklere modifiye yapıp ekstra gadget taktığını gördüğünüzde tırnaklarınızı parçalamaya başlıyorsunuz. O kadar güzel görünüyorlar ki…
Oyun içini kenara bırakalım, karakter yaratma ekranında da karakterimizin boyundan kaşının yerine kadar her şey bizlere özel. Tam bir RPG, tam bir MMORPG.
Henüz motoruma modifiye alamadım; ama ilk işim topladığım parayla kıç tarafına bir roket taktırmak olacak.
Çok serin (cool) değil mi?
“Orkestra şefiniz kim babacım sizin? Getirin onu bana!”
Arkadaşlar, sizi uyarıyorum. Bu oyunun müzikleri kalp rahatsızlığı olanlar için zararlı olabilir. Ben bir MMO’da, ne MMO’su bir oyunda bu kadar güzel müziklere çok az rastladım. Temaya uyan, aksiyona uyan, macera ruhunu canlandıran ve asla sıkmayan müzikler…
O kadar özenle hazırlanmış bir listesi var ki WildStar’ın, aklınız şaşacak. Görev yaparken çalan müziklerden tutun, içinizdeki savaşçıya uyandıran boss dövüşlerindeki müziklere kadar, sadece bunun için bu oyunu alın.
Bakın, çok ciddiyim. Sadece bunun için alın. Daha fazla söyleyecek hiçbir şey yok, anlatılmaz yaşanır.
“Bu savaş hepimizin!”
Hayatımda yazdığım en uzun incelemeyle sizleri karşıladım bu sefer. Daha fırsatım olsa, doldururum da doldururum. WildStar, olmuş. NC Soft bana göre bu sefer turnayı gözünden vurmuş. WoW’un Vanilla döneminden çıkan yapımcılardan mı desek, yoksa olaya getirilen farklı bakış açısını mı hesaba katsak bilemiyorum ama, WildStar kesinlikle olmuş.
Bambaşka bir dünyada, robotların değil de insanların tehlikeli olduğu, gerek fibertronik, gerek ise saybıroptik bir maceranın derinlerine ineceksiniz WildStar ile. Asla pişman olmayacağınız bu maceraya katılmamak için inanın hiçbir sebebiniz yok.
Unutmayın, o baba yiğit iseniz, Eldan sırları çözülmeyi bekliyor. Fakat dikkat edin, bir anda Head Shot yiyebilirsiniz.
Tekrar, WildStar’a hoş geldiniz.

0 yorum:

Yorum Gönder