About Me

16 Ekim 2014 Perşembe

The Evil Within İnceleme

Orijinal Resident Evil serisiyle çok fazla aram yoktur. Yani herkesin ayıla bayıla oynadığı ilk üç Resident Evil, benim yanımdan teğet geçmiştir. Bunun sebebi Resident Evil’i sevmem veya sevmemem değil. Korku oyunu oynayamıyordum sadece. Korkuyordum. Resident Evil oyunlarının hepsini oynadım belki ama yarım göz ile. Etrafı araştırmadan ilerlemeye çalışıyor, oynayan arkadaşlarımı seyrederek sanki ben de oynamışçasına tavırlar takınıyordum. O yüzden Resident Evil 4’ü çok sevdiğimi ve defalarca oynadığımı söylesem bana kızmazsınız herhalde. Seriyi farklı bir yola sokan Resident Evil 4, oynadığım anda en sevdiğim oyunlar arasına girmişti. Kontrolleri, grafikleri, aksiyonu ve benim için kıvamında olan gerilimiyle aradığım tatta bir oyundu. Orijinal Resident Evil 4’ün yaratıcısı Mikami’nin seriye dair son yapımıydı. Zaten sonrasını biliyorsunuz, Mikami gitti, Resident Evil acayip bir şey oldu. Korku desen değil, aksiyon desen hiç değil. Arada derede kalmış bir yapım artık Resident Evil. Peki ben bunlardan niye bahsediyorum? Çünkü ana konumuz olan ve Mikami'nin geliştirdiği The Evil Within, bana kalırsa Resident Evil 4’ün ruhani devamı niteliğinde. Tabii ki senaryo ve olay örgülerinin RE ile hiç alakası yok. Fakat Mikami’nin The Evil Within’de yaptığı şeylerin bir çoğu Resident Evil 4’ü anımsatıyor. 
Ama çok şükür ki o kadarla kalmıyor.
“Resi4’ün Ruhani Devamı”
The Evil Within’i genel yapısı itibariyle bir şeylere benzetmem gerekirse Resident Evil 4’ün azıcık Silent Hill sosuyla servis edilmiş hali diyebilirim. Karakterimiz Sebastian ile gelen ihbar üzerine gittiğimiz akıl hastanesinde başlayan maceramız, her türlü deliliğe açık bir şekilde devam ediyor. Biz de bu maceranın içinde gerek silahımıza davranıyor, gerek saklanıyor, yeri geldiğinde de durmaksızın kaçıyoruz. Sebastian’ın aksiyon esnasındaki numaraları Resident Evil 4’teki Leon’a oldukça benziyor. Temel oynanış olarak aynısı bile diyebiliriz. Fakat düşmanlarımız bu kez kolay lokma değil. En güçsüz düşmanlar bile 3-4 kişilik gruplar halinde geldiklerinde işler oldukça zorlaşıyor. Üstelik The Evil Within, cephane açısından çok bonkör bir oyun değil. Bazı anlarda cephaneniz bitecek ama yine de düşmanlarla yüz göz olmak zorunda kalacaksınız. İşte bu noktada bir korku yapımına dair en çok hoşuma giden iki yönünü sunuyor The Evil Within: Gizlenmek ve çevre etkileşimi.
The Evil Within’de tek şansınız silahınıza davranmak değil. Düşmanlardan saklanmak, eğer mümkünse aksiyona girmeden orayı geçmek, aksiyona girilecekse bile düşmanları arkadan yakalayarak gizlice avlamak elinizde. Tabii gizliliği çok derin bir oynanış öğesi olarak düşünmeyin. Yapabileceğiniz şeyler sınırlı. Ama gizlilik, çevre etkileşimiyle birleştiğinde ortaya gerçekten de taktiksel bir oynanış öğesi çıkıyor. Düşmanları çevredeki tuzaklara çekmek, bomba atarınızı doğru yere atmak, düşmanları alevler içerisinde bırakmak gibi, direkt silahınıza sarılmak haricinde alternatifleri de karşınızda buluyorsunuz. Tabii yine de silahlarınız bir numaralı yoldaşınız. Her ne kadar mermileri az olsa da.
Oyunumuz bildiğiniz üzere bir hayatta kalma yapımı. Bu yüzden bol bol cephane savaşı vereceksiniz. Standart bir düşmana üçten fazla mermi sıkınca içiniz acıyacak, kafadan vurayım derken nişangahı kaydırıp arka taraftaki duvara vurunca yüreğiniz cızlayacak. Bu konuda The Evil Within’in gerçekten acıması yok. Öyle anlarda mermisiz kalabiliyorsunuz ki kendinizi çatışma esnasında iyice kontrol etmeniz gerekiyor. Ama bu durum yine de The Evil Within’in bol aksiyon içerdiği gerçeğini değiştirmiyor. Sadece lambur lumbur aksiyona girmediğimizin altını çizmek istedim. Ayrıca bu cephane kıtlığı sayesinde oyunumuz aksiyon anlarında bile insanı germeyi başararak zor bir işin altından alnının akıyla kalkıyor.
“Korkutucu mu?”
The Evil Within ile ilgili en çok merak edilen konu oyunun korkutucu olup olmayacağıydı. Son yayınlanan videolarla birlikte oyunun Resident Evil 4’e çok benzediğini iddia eden ve bol aksiyon içereceğini söyleyen pek çok oyuncu vardı. O zaman gelelim gerilim konusuna. Sonuçta bu bir hayatta kalma oyunu. Korkmak ve gerilmek en hayati iki unsur. Aslında The Evil Within’in en ağır bastığı konu sizi korkutmaktan çok germesi. Hikayemiz kendini hiç belli etmiyor. Sürekli mekandan mekana geçiyor ve nerede olduğunuza dair hiçbir fikriniz yokken kendinizi buluyorsunuz. Bu mekan geçişleri bana yer yer Silent Hill’in alternatif evrenine geçişleri anımsattı. Aslında The Evil Within hakkında en çok hoşuma giden yerlerden biri de bu oldu. Oyun, psikolojik olarak da insanı geriyor. Bilinmezlik felsefesinden kuvvet alan The Evil Within, bunu iyi bir şekilde kullanmış. Mekanların tekinsizliği, nasıl bir şeyle karşılaşacağınızı bilememek, az ötedeki kafesin içerisinde duran mahlukatın serbest kalıp kalmayacağını kestirememek gibi durumlar oyun boyunca sizi diken üstünde tutuyor. Fakat her anınızın gerilim ile geçeceğini söylemek yanlış olur. Bu noktada oyun, kendi içerisinde bir denge tutturmaya çalışmış. Bu dengeyi kaçmak, çatışmak ve keşfetmek olarak üçe ayırabiliriz. Her üç kısım da oyunun çeşitli evrelerinde karşınıza çıkıyor. Ve hepsinin de kendine has bir gerilim havası var. Kaçmak zaten adından da anlayacağınız üzere bir cisim veya bir canlıdan kaçma teşebbüsümüzü simgeliyor. Kaçma eyleminin düşüncesi bile bende ister istemez bir gerilim uyandırdığı için bu noktalar haliyle beni bir hayli gerdi. Çatışmalardaysa genelde panik havası hakim olduğu için geriliyoruz. Ölme korkusu, cephanenizin azalması, karşınıza gelecek bir sonraki düşmanı kestirememeniz gibi unsurlar çatışma anlarında gerilmeniz açısından işe yarıyor. Bu noktada oyunun dengeli zorluk sistemini de takdir etmek gerek. The Evil Within kesinlikle kolay bir oyun değil. Ama sizi bıktıracak kadar zor bir yapım da değil. Bir hayatta kalma oyununun olması gerektiği bir zorlukta. İşin psikolojik olarak sizi geren ve zihninizi yoran kısmıysa keşfettiğiniz anlar. Bu anlar bir mekanı keşfetmek veya bir düşmanın zayıf noktasını keşfetmek olabiliyor. Oyunun güçlü sinematik anlatımıyla birleşince bu üç unsur da sizi oldukça gerecektir. Özellikle psikolojik korku anlamında bilinmezliğin bu kadar güzel kullanılması beni oldukça tatmin etti. Bazıları için üzücü olsa da “jumpscare”lerin oyunda neredeyse hiç yer almaması da ayrıca sevindiğim bir nokta oldu. Ben sevmiyorum arkadaş öd patlatmaya kasan oyunları! 
“Bir bacağında makas, bir kolunda kazık, umrunda mı dünya?”
Düşmanların modellemeleri ve çeşitlilikleri oldukça hoşuma gitti. Kafasına kazık girmiş, bacağına makas saplanmış elemanlarla kapışmak gayet hoş. Tabii bu zombi kırması düşmanların bazılarının silah kullanabildiğini de eklemem gerek. Ama devamlı karşılaştığımız standart düşmanlardan çok, ‘ağır abi’ diyebileceğimiz, bir vuruşta can barımızı neredeyse sömüren düşmanları ve boss’ları çok beğendiğimi dile getirmeliyim. Hem tasarım olarak hem de çatışma şekli olarak bu düşmanların bir çoğu akılda kalıcı tipler olmuş. The Evil Within, sağlam boss savaşları içermesiyle de benden bir artı puan daha aldı.
Düşmanlarımızla içli dışlı olduğumuz mekanlar da oyunun bir başka güçlü olduğu nokta. The Evil Within, pek çok korku oyununun düştüğü hataya düşmeyerek sizi aynı tip mekanlar ile kısıtlamıyor. Hep loş ve kanla kaplı dar koridorlarda gezmiyorsunuz. Tam aksine bazen gün ışığı altında açık bir alanda kendinizi bulabilirken, bazen devasa bir şatonun içerisinde, bazense bir hastanenin koridorlarında geziyorsunuz. Bırakın korku türünü, genel olarak son zamanlarda gördüğüm en çeşitli mekanlara sahip The Evil Within. Üstelik mekanların atmosferi ve genel havası oldukça başarılı olduğu için ister istemez bir merak duyuyorsunuz sizi nelerin beklediğine dair. Ayrıca hikayemizin alt yapısı yüzünden bir sonraki kapının nasıl bir yere açılacağını dahi kestiremiyorsunuz. Bir sonraki adımınız sizi çok farklı bir yere taşıyabilir. Bu da haliyle oyun boyunca bir merak duygusunu size aşılıyor. “Nereye gidiyoruz”, “nereye gideceğiz” gibi soruları sorarken buluyorsunuz kendinizi.
Hikaye demişken oyun hakkında olumsuz bulduğum bir noktaya değineyim. Hikayeden çok fazla bahsetmek istemiyorum çünkü bahsedersem sürprizleri kaçırmış olacağım. Ama şunu demem lazım: Abartmadan söylüyorum ki oyunun ilk 5-6 saati çoğu şeyi idrak edemiyorsunuz. Bir şeyler oluyor, bunu net olarak görüyorsunuz. Fakat etrafta bulduğunuz kağıtlar da, oyunun ara sahneleri de tam olarak neyin içerisinde kaldığınızı size anlatmıyor. Bu durum zaman zaman can sıkıcı bir hal alabiliyor. Bir yerden sonra, “Ehh, başlayacağım gizeminize ha!” diye isyan edesiniz gelebiliyor. Ama yine de sunumun güzel olması, umudu kesmeniz yerine daha çok hikayeden kırıntılar görmek istemeniz senaryonun ilgi çekici olduğuna işaret ediyor.
"Kamera Sorunları"
Oynanabilirlikten bahsederken aksiyon kısmına değinerek, başarılı olduğunu dile getirmiştik. Fakat oynanabilirlikten şikayetçi olduğum iki nokta var. Birincisi kamera açısı çok yakın. Aslında bu durum aksiyon anında, yani ayakta olduğunuz zamanlarda sizi rahatsız etmiyor. Fakat oyunda zaman zaman gizli ilerlememiz de söz konusu oluyor. Eğildiğiniz anlarda kameranın çok fazla içinize girmesi ve istem dışı sağa veya sola doğru açı belirlemesi sinir bozucu olabiliyor. Bir süre oynamanın ardından bu duruma alışıyorsunuz. Kamera hareketlerini benimseyerek ona göre hareketlerinizi belirleyebiliyorsunuz. Fakat yine de rahatsız edici bir durum olduğu gerçeği değişmiyor.
İkinci noktaysa Resident Evil 4’te de bol bol yaptığımız sağı solu kırarark eşya toplamak. Tamam, bu bir hayatta kalma oyunu. Eşya, cephane gibi şeyler toplamak en temel dinamiklerden biri. Fakat ben girdiğim tekinsiz bir ortamda gerilirken bir anda sağda solda yer alan vazoları kırarak eşya toplamak istemiyorum. Hem konsantrasyonumu bozuyor hem de şekil itibariyle saçma bir görüntü oluşturuyor. Düşünün bir malikaneye girmişsiniz, ortam kasvetli, neyle karşılaşacağınızı bilmiyorsunuz, yavaş adımlarla yürürken sağdaki vazo gözünüze ilişiyor ve bir yumruk ile kocaman vazoyu kırıyorsunuz içinden çıkan mermiyi alıyorsunuz. Aynı şekilde bu bir kutu veya bir varil de olabiliyor. “E, toplama o zaman?” diyenlerinizi duyar gibiyim. N’apayım yani, öleyim mi? Oyunda her eşya, her mermi değerli. Bunu zaten belirtmiştim. Burada yapımcıdan farklı bir çözüm bulmasını dilerdim. Arada sırada karşımıza çıkan çekmecelerden topladığımız eşyalar belki daha fazla çıkabilirdi. Bilemiyorum. Onu da yapımcı düşünsün. Ama şu anki haliyle açıkçası bana komik geliyor, ürkütücü yerlerde arsız gibi kutu kırarak eşya toplamak.
"Atmosfer Bütünleyici"
The Evil Within teknik olarak kıvamında bir oyun olmuş. Çıktığı her platformda tatmin edici bir görüntü sunuyor. Bu, oyunun süper grafikleri olduğunu anlamına gelmesin. Belki harika grafikleri yok fakat atmosferi bütünleyici bir görsellik sunuyor oyunumuz. Kesinlikle girdiğiniz yerlerdeki ürkütücü havayı hissedecek, verilen detayları özümseyeceksiniz. Üstelik çevreye nazaran düşmanlara verilen özen oldukça hoşunuza gidecektir. Oyunu bitirdikten sonra bile aklınızda yer edecek tarzda düşmanlara sahip The Evil Within. Tabii yine de bir Pyramid Head beklemeyin.
Sesler ve müzikler de oyunun atmosferi yansıtmak adına iyi kullandığı bir başka nokta. Zaten çok fazla müzik duymuyorsunuz. Ama duyduğunuz müzikler size o an bulunduğunuz ortama dair gerilim veya rahatlama verebiliyor.
"Korkmuyorum ama geriliyorum."
The Evil Within, korku anlamında sizi çok yoracak, yerinizden zıplatacak bir oyun değil. O konuda baştan anlaşalım (ya da sondan diyelim). Fakat sağlam bir aksiyon dengesine sahip, size hayatta kalma savaşı verdiğinizi hissettirecek, bunları yaparken de psikolojik olarak sizi güvende hissettirmeyecek bir oyun bekliyorsanız The Evil Within’i kaçırmayın. Uzun oynanış süresi (yaklaşık 15 saat) ve bu süre içerisinde sizi farklı mekanlar içerisinde bir yolculuğa çıkarması ve farklı noktalarda yakaladığı gerilim unsurları gibi detaylar, zaman zaman temposu düşse de, The Evil Within’i son dönemin akılda kalıcı oyunları arasına sokuyor. Umarım Mikami, yakaladığı bu dengeyi koruyarak yeni korku yapımlarıyla da karşımıza çıkmaya devam eder. Çünkü özlemişiz! (En azından ben özlemişim.)
***
Not:Yeni çıkan korku oyunlarını genel olarak uzaktan izlediğim için Furkan’a da bir söz hakkı verelim istedim. Neredeyse her çıkan korku oyununu deneyen biri olarak. The Evil Within ile ilgili en azından korku anlamında ilk izlenimi nasılmış bakalım.
Furkan: The Evil Within’in Resident Evil’ın ilk zamanlarındaki hissi geri getirdiğini düşünmesem de günümüze çok yakışan bir korku oyunu olduğunu söyleyebilirim. Özellikle hiçbir silahımızın olmadığı korku oyunlarından yavaş yavaş bıkmaya başlamışken The Evil Within’in atmosferi, zorlu dövüş sekansları ve her saniye ölümle burun buruna olma gibi unsurları gerilimi tavanda tutuyor. Oyun belki kabuslarınıza konuk olacak bir korku deneyimi yaşatmıyor, ama sizi sürekli gerilimde tutmasıyla son yıllardaki en başarılı korku oyunlarından biri olduğunun sözünü verebilirim.
OYUNUN ARTI YÖNLERİ
  • Şahane mekanlar,
  • Başarılı aksiyon dengesi,
  • Psikolojik olarak da yıpratması,
  • Boss’lar
OYUNUN EKSİ YÖNLERİ
  • Kamera sorunları
  • Zaman zaman düşen tempo
  • Hikayenin geç açılması
inceleme puanı
8.3
  • Grafik:7.9/10
  • Ses / Müzik:8.0/10
  • Hikaye / Atmosfer:8.2/10
  • Oynanabilirlik:8.5/10

0 yorum:

Yorum Gönder